15 Temmuz 2008 Salı
Mutlu sonla bitmiyor...
3 Haziran 2008 Salı
Söz bitti...
Yarından haber yok dün bitti
Duygudaşlık
***
19 Mayıs 2008 Pazartesi
Zamanla azalır alışırsın dediler hayır azalmıyor...
Yok. Nedense ben ondan önce giderim diye düşünüyordum. Çünkü ben kendime hiç bakmam, vitamin almam, yemeğime dikkat etmem, uykuma da öyle. Hatta ölümünden bir hafta önce, tansiyonum yükseldi, 22'ye çıkmış, Holter cihazı takıldı, neyse bir şey olmadı ama onu takip eden günlerde içimde tarif olmayan bir sıkıntı. Kerem de, "Neyin var Göksicim?" diyor. "Sıkılıyorum" diyorum. "Neye sıkılıyorsun?" Sonunda baklayı ağzımdan çıkardım: "36 yıldır birlikteyiz, ne kadar çabuk geçti değil mi? Evlendiğimiz gün, daha dün gibi..." Böyle deyince bana sarıldı, gözlerinin içine baktım dedim ki: "Ben öleceğimi hissediyorum Kerem. Böyle bir şey istenmez ama bana söz ver. Ben öldükten sonra kimseyle evlenmeyeceksin. Dayanamam..." "Göksicim, deli misin, tabii ki senin üzerine gül koklamam, sen zaten ölmeyeceksin, biz birlikte yaşlanacağız" dedi. Sarıldık, ağlaştık. Ve bir hafta sonra o öldü...
Yine de hayattasınız, devam ediyorsunuz. Aksi takdirde ilaçlarla yaşardınız, alkolik olurdunuz, kendinizi bir kanepeye atar, öylece kalırdınız...
13 Mayıs 2008 Salı
DİET,REJİM,PERHİZ:))
12 Mayıs 2008 Pazartesi
ZAMAN TÜNELİ
Herşeyin sentetik olduğu bir dönemde gerçeklik payı bulduğum şeyler çok az kaldı..Bugün market rafında bana bakan organik (!) fındıkların gerçekten organik olup olmadığı konusunda kendimi uzun uzun düşünürken yakaladığımda anladım bunu...Emin olmadığım bir çok şey vardı..
Aslında şaşırmak değilde niye böyle tavrıydı bendeki? Malum ülkemizde beyaz peynire kireç,kırmızı bibere kiremit katılırken buna şaşırmak ütopik değildi ..İnsanlar kendi çıkarları için herşeyi yapabilirlerdi bu diğer insanların tek varlıkları sağlıklarıyla oynamak olsa bile...Gerekçe aynıydı maddi yoksunluk..Tabii ki bu örnekler diğerlerine göre en masumlarından.Bilmediğimiz neler oluyor kimbilir olanları yine '' bilmediğimiz'' kategorisine almak istiyorum...
Nerde ki şimdi o insanlar, onların torunları değil miyiz? Genetik denen yapı benzerliği kanserle,tansiyonla sıçradı da bi tek insanlık hücrelerimizle mi oynamadı?Bugün bir daha o yıllarda yaşamak istedim ve bugün yine yakalandım insanlık hastalığına hemde bunu herkese bulaştırmak isteyerek...
Neden bu dünya böyle diye
Ne zaman akıtıldı bu zehir
İçimize hem de ta en derine
Cevabı basitti belki
Zaman değildi suçlu sanki
Asıl olan yanıt
Zamanı nasıl geçirdiğimizde gizli.... IRMAK
11 Mayıs 2008 Pazar
CANIM ANNEM
Canım benim,yaşama sebebim, güzel bakışlı meleğimmm..Herkesin annesi özeldir.Çünkü annelik özeldir,kutsaldır..Dünyadaki tek karşılıksız aşktır.Hatta öyle bir aşktır ki ömür boyu hiç bitmez..
Bu aşkın kahramanlarından biri de benim ve bu karşılıklı aşkın ömür boyu sürmesini diliyorum ..Anneler günün kutlu olsun annecim ..İyi ki varsın,İyi ki benim annemsin....
Bir kaç yıl önceki anneler günü denemem,duygularım aynı ve hiç değişmiyecek ....
* * * * * * * * * * * * * * *
İlkler hep unutulmaz derler.İlk nefesimi hatırlamıyorum ama muhakkak ilk gözlerimi açtığımda seni gördüm ben, beni ömür boyu sevicek o küçücük gözlerini...
Sonraları o gözlerin hep bana bir şeyler anlatmaya çalıştığını farkettim..Kimi zaman gülüyor,kimi zaman ağlıyorlardı,ama hep benim için.
Doğru ile yanlışı ayırt etmek sen anlattığın için kolaydı .Doğruyu seçmekte bazen zorlanıyordum ya da zor geliyordu.Ama yaşanılan pişmanlıklar ,yine ve yine hep seni haklı çıkarıyordu...
Gülen gözlerin hep bana sevildiğimi söyledi. Benim için değişmeyecek tek doğru oydu.Senin kızın olmak her günkü gibi çok güzel...
Koşulsuzca sevilmeyi daha çok uzun zamanlarda seninle birlikte yaşamak istiyorum ve seni her günkü gibi çok seviyorum.
Anneler günün kutlu olsun annecim.
IRMAK
8 Mayıs 2008 Perşembe
YORUMCULAR, HAYATIMIZI YORUMLUYORLAR!!!

***Üzerime gelinmesin, baskı yapılmasın bana. Ölürüm. Aklımda yokken aklıma girer o... Yaşamımın neredeyse yarısı bu baskılara ve olmazlara inat davranışlarla geçti.Aklımda fikrimde sigara yoktu mesela. Annem sürekli sigara içip içmediğimi sorardı. Çantalarımı kontrol eder, odama baskınlar yapardı. O kadar tepkili ve korkuluydu, o kadar öfkeli söylevler çekiyordu ki “e dur bari, boşa gitmesin, içeyim ben şu meredi” dedim. Mide bulantısından ölüyordum ilk içtiğimde. Salondaki bordo üçlü koltuğa serilmiş dünyanın durmasını bekliyordum. Annemle aramdaki tuhaf bir oyuna dönüşmüştü. Gizli yöntemlerimi açığa çıkaracak her hamlesinde yeni bir şey daha keşfediyordum. Kısa süre sonra kendi evim oldu. Artık salonu, banyosu, sabahı, akşamı bana ait bir evim vardı ve evim annemden binlerce kilometre uzaktaydı. Aniden kapı zili çalmayacak ya da annem sessizce tepemde bitmeyecekti. Sabah kalktım. Kahvaltı ettim. Bir sigara yaktım. Ama o ne? Hiç canım istemiyor! Annem yok diye mi acaba? Bir süre sonra sabahları, yemek sonraları, arabada, yatak odalarında, banyolarda içilen sigaraların aslında beni fena halde rahatsız ettiğini keşfettim. Sosyal ortamlar, eğlenceler ve dışarıda yenen yemekler hariç sigaradan ve özellikle purodan nefret ettiğimi kendim de kabul ettim.Çünkü artık baskı yoktu. İnadına “hayır hayır, istiyorum” diyeceğim bir durum da söz konusu değildi.
***“Onu yapma, böyle deme, şunu söyleme, öyle davranma” kalıplarından bunaldığımı fark edebilmem çok zaman aldı. İçimden hiç de “öyle” gelmezken “öyle” olması gerektiğine inandığım için kendimi “uygun” olana uygun hale getirmeye çalışıyor ama için için baş kaldıran ruhumun diğer tarafını da bastırmaya uğraşıyordum. Sanırım sonunda yoruldum...“Bir inat uğruna kendime ettiklerim yeter artık yani” demiş olmalıyım...Tiyatro okumaktan, evliliklerime, dergicilik yapmaktan, siyasi düşünceme dek her şey o kadar “inat” tepkileriymiş ki... Ama sadece birini utanç abidesi, bir anıt eser, bir sembol olarak ayrı tutuyor ve yaptığım hiçbir şeyden asla pişman olmadığımı düşünüyorum.İyi ki aileme inat Tiyatro okumak için kendimi paraladım ve saklı saklı sınavlara girdim. İyi ki “yapamazsın” diyenlere inat bir derginin yönetiminde çalıştım. İyi ki “kariyer ve çocuk bir arada olmaz” diyenlere inat kızımı doğurdum filan...
***Şimdi gelelim yazının “ben”den çıkıp size ulaşacak olan “mesaj” kısmına.1- Youtube yine kapatıldı!!! Siteyi açmak istediğinizde şu yazıyla karşılaşıyorsunuz: Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesi, 24/04/2008 tarih ve 2008/468 nolu kararı gereği bu siteye erişim TELEKOMÜNİKASYON İLETİŞİM BAŞKANLIĞI’nca engellenmiştir.2- Uzun yıllara yayılmış olan baskı, sindirme, yasaklama zihniyeti yüzünden farkındasınızdır nasıl herkes giderek saldırganlaşıyor; iktidarı, devlet organları ve toplumuyla... Yasakçılığın ve baskının ancak giderek devleşen bir tepkisellik yaratacağını, bu tepkiselliğin toplumsal yaşamı felç edeceğini fark edemiyor mu kimse...3- Çocuğa ya da eşe baskı, isteklerinizin yerine gelmesini sağlamaz. Bakınız: Hiç öyle değilmiş gibi gördüğünüz ama aslında tam tersi olan ben!4- Sorulmadan akıl verenler ile “ben demiştimciler”i bir çuvala tıksak, içine de iki sokak kedisi atsak acaba akıllanır ve susmayı öğrenirler mi?5- Ya da aşna fişne konusunda durmaksızın yorum yapanlar ABD’nin açık seçik Türkiye’deki “ılımlı İslami siyasetten” memnun olduğunu beyan etmesiyle de ilgili bir irkilme olsun, bir titreme ve kendine gelme olsun bir diriliş, bir şey olsun, yaşarlar mı acep? Asıl bu evlilik hakkında ne düşünürler?
7 Mayıs 2008 Çarşamba
ANLADIM...
ANLADIM
Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım.
2 Mayıs 2008 Cuma
GOOGLE TÜRKİYE EN ÇOK ARANANLAR
1 Mayıs 2008 Perşembe
Şirineee:))
Facebookta rastladığım ve sonra izlemeye doyamadığım küçük şirine:) Kendisi hem taklit yeteneği hem sevimliliğiyle daha çok izlenilecek bence:)
http://www.youtube.com/watch?v=ZaUQPq4disM
LOST FANI OLMAYAN KALMASIN:)
Hepimiz bir lost çılgını değilmiyiz? Hangimiz bir karakteri kendimize yakın bulup onunla özdeşleşleştirmedik ki kendimizi:) ( Tabii ki sözüm lost izleyenlere)
Çağımızın modası bağımlı olmaya son aday lost dizisidir bence..Zamanında anlam veremediğim ama izlemeden de duramadığım tv dizileri,yarışma programları,hatta çekirdek gibi etkisi altına beni..
Bazılarımız yanlızca finalleri büyük heyecanla bekledi özel ortamlar yaratarak büyük bir şölen halinde izledi lostu (Bu arkadaşlar çerezinde ilk önce badem fıstık bölümünü bitirenlerden:)) Kimisi ise çekirdeğinden başlayıp sonuna kadar yedi ..En küçük ayrıntıdan anlam çıkarıp teoriler ortaya atıp losttan iyice bunalan beynimizi karmakarışık etti:) Ben cdnin yaptığı elim bi olay sonucu 2.sezonda kaldım.. Bu olaya kimi zaman sevinsemde bazen feci merak etmiyo muyum? Ediyorum..Şimdilik duyumlarımla merakımı yenen ben en yakın zamanda eski alışkanlığımı geri istiyorum:) İyi bakın kendinize...
30 Nisan 2008 Çarşamba
Merhaba Bahar;
Bugün bahar şenliği ,baharın gelişiydi aslında.Mevsimlerin en cilvelisi,meyvaların en bollusu,umutların en çoğaldığı aya başlıyoruz...Uyanmak için alarmı beklemeden sabah güneşiyle uyanmanın tadını çıkartacağımız günler başlıyor,havalar ısınıyor, doğada renk şöleni başlıyor..
Parklar bahçeler rengarenk çiçeklerle bezeniyor,doğa uyanıyor.. Bizimde uyanma zamanımız..Doğa kendi detoksunu kendi hazırlıyor,kendini yeniliyor,yaza hazırlıyor uyanalım bizde hem ruhumuzu hem bedenimizi uyandıralımm..Bu güzel mayıs sabahına teşekkür edercesine...
Bakalım ''Can Dündar'' ne demiş bahar için;
Bahar ve Ayrılık,

Bahar, alıp başını gitmelerin mevsimidir. Sebepsiz yere bazen... Önünü ardını hesaplamadan... Hesapsız, kitapsız çekip gitmelerin mevsimidir bahar...
Bir bakarsınız kekik kokulu bir nisan sabahı koparıp alıverir sizi hayattan... Çiçek açmış bir kiraz ağacının hayaliyle yollara düşersiniz.
Demir alır gönlünüzün limanındaki gemiler... Açılır gidersiniz...
Aradığınız belki yüzülmemiş denizlerdir, belki keşfedilmemiş sevdalar, belki hiç yazılmamış satırlar...
Yüzmenin, sevmenin, yazmanın heyecanıyla coşarsınız.
Dünyaya sırtınızı dönüp yürürken, o yaşanmamışlıkların izini sürersiniz kuytularda... Ve çoğu zaman kendinizle karşılaşırsınız umulmadık bir köşebaşında...
Elele tutuşur yürürsünüz içindeki çocukla...
O'nu büyütmekten korkarak...
* * *
Önünde bir nisan sağanağı varsa, geriye dönüp bakası gelmez insanın...
Oysa fotoğrafları henüz tazedir dünün ayazlı gecelerinin... Kışı birlikte aştığınız dostluklar sımsıcak durur yüreğinizde... Sadakatin ve yerleşikliğin güvenli kolları huzur vaadeder ardınız sıra...
Gel gör ki baharın kokusu dayanılmazdır. Ilık bir rüzgar ruhunuzdaki isyanı okşar. "Hadi sokağa" diye bağıran sirenler çalar içinizden... Derinliklerinizde tutuşturulmayı bekleyen alevler kı vılcımlanır. Kalbinizden havalanan güvercinlere şaşakalırsınız.
Sanki gitmek sadakattir: kalmaksa ihanet...
100 günü aşkındır bu köşede Yeni Yüzyıl haftasonlarında birlikte olduk sizlerle...
Güldük çoğu zaman ya da kızdık öfke dolu sözcüklerde... Mahzunlaştığımız da oldu, çocuklaştığımız kadar...
Yeni sözler söyleme derdine düştük, eskiye sırtımızı dönmeden...
Zorlu bir kışı, kırık dökük satırları ufalayıp ateşleyerek geçirdik.
Yeni bir yüzyılın silueti gülümsedi siz sayfaları çevirdikçe... "Ha doğdu, ha doğacak" denilen gazete, yeni kızlar, yeni oğlanlar doğurdu yeni doğacak bir yüzyıl için...
Sonra nisan geldi...
Sokakta direnilmesi imkansız bir çimen kokusu... içinin bir yerinde yuvadan erken ayrılmanın, sokakta hırpalanmanın korkusu...
Lakin bahara söz geçirmek ne mümkün...
Bir kez çiy düşmeye görsün kış mahmuru bedenlere...
...Coşkuları dizginleyebilene aşkolsun...
* * *
Bu yüzden izin istiyorum sizlerden... Bu köşe (kış köşesi) baharla buharlaşıyor.
Geriye bakınca hüzünleniyorum elbet...
Çünkü geride güzel bir doğuma ortak olmanın tatlı heyecanı var. Ve paylaşılmış köşelerde benzer duyarlılıklar... Ve sımsıcak dostluklar...
Ama önümsıra yüzülmemiş denizlerden iyot kokuları çarpıyor burnuma... Yeni Yüzyıl'ın ilham verdiği baharlar çağırıyor.
Şimdi gitmek sadakattir, kalmaksa ihanet...
O yüzden bir an önce kanatları takıp, uçmakta yarar var... Yeni baharlarda, yepyeni bahar şarkıları söyleyebilmek için...
Hep beraber...